Antarktika Gezi Notları

Uzaklara Gittikçe İnsan Kendini Bulur

14 Mart 2016 Ülkemiz için kışın sonu, baharın başlangıcı… Ama gezi rotamız Antarktika için artık yaz sona ermekte… Hayallerimizi gerçekleştirmek için çıktığımız yolda ilk durağımız Arjantin’in en güneyinde yer alan Ushuaia Şehri. Türkiye’den yaklaşık bir gün süren yolculuk sonrası varıyoruz bu şehre. Patagonya olarak adlandırılan bölgedeki bu yer “Fin del Mundo” yani “dünyanın sonu” olarak biliniyor. Beyaz örtü serili kıtaya olan gemi yolculuğumuz öncesi, iki günümüzü bu sakin ve huzurlu şehri gezmeye ayırıyoruz.

Bir tarafı dağlarla, diğer tarafı okyanusla çevrili güzel ve sakin bir şehir Ushuaia. Eskiden burada bulunan hapishanedeki tutuklular şehrin altyapısını kurmada büyük rol oynamışlar. La Comparsita’nın bestecisi ünlü tango şarkıcısı Carlos Gardel’in de bu hapishanede yattığı rivayet ediliyor. Kulağımızda düğünlerde dinlemeye alıştığımız o meşhur müzikle gezimize devam ediyoruz.

Parque Nacionale – Milli parklarını geziyoruz. Burası şehrin doğal güzellikleriyle bezeli bir kaçış alanı niteliği taşıyor. Bu parkta gezerken bir ağaçkakana bile rastlıyoruz. Ağacı gagalamakla öylesine meşgul ki bizden kaçmıyor. Çizgi film karakteri Woody sayesinde tanıdığımız bu kuş türünü böylece doğal yaşam alanında görmüş oluyoruz.

PARQUE NACIONAL

Ushuaia’daki çalışma saatleri ülkemizden biraz farklı. “Slow citte” diye dünya literatürüne giren sakin şehirler kategorisine sokulabilecek yerlerden bir tanesi burası. Öyle ki dükkanlar öğle arası uzunca bir zaman dilimi aralığında kapalı. Cafeler hariç restaurantların büyük çoğunluğu akşam yemeği vakti açılıyor.

Bu şehir “King Crab” yani “Kral Yengeç”leriyle meşhur. Bize Freddy adlı mekanı öneriyorlar, ama biz Villagio denilen yerde tadıyoruz meşhur yengeçlerini. Dilerseniz canlı canlı seçtiğiniz yengecinizi bütün halinde masanıza servis ediyorlar. Biz “garlic soslu, kremalı ve sebzeli yengeç yemeği”ni tercih ediyoruz ve leziz seçimimizle masadan doymuş olarak kalkıyoruz.

KING CRAB / VILLAGIO RESTAURANT

Gezdiğimiz bir çok yerde olduğu gibi burada da otobüslerle şehir turu yapabilme imkanı var. Zaten oldukça küçük bir şehir. Şehri turlarken ormanın içlerine doğru düzensiz yapılaşma örneklerine rastlıyoruz. Çoğunluğunda Bolivyalı göçmenler yaşıyor. Bolivyalı göçmenlerin hizmet sektöründe de oldukça yaygın olduklarını görüyoruz.

Bilgi almak için “Turist Information”a uğruyoruz, ancak kapalı. Öğreniyoruz ki onlar da greve katılmışlar. Grev Ushuaia’ya vardığımız günden dönünceye kadar sürüyor. Katılanların protesto amaçlı çaldıkları trompetin sesi ise gezimiz boyunca kulaklarımızda çınlamaya devam ediyor.

Bu arada empanada denilen içi sebze, et veya tavuk harcıyla dolu böreklerini de ara atıştırmalık olarak tatmanızı tavsiye ederiz. Tatmadan dönmeyin diyeceğimiz bir de “dulce de leche” adında karamelleri var ki burada oldukça popüler olduğunu söyleyebiliriz.

17 Mart 2016… Bizim yıllarca hayalini kurduğumuz Antarktika gezimizden bahsedebiliriz artık… İçimizde büyük bir heyecan var, zira hayallerimizi gerçekleştirecek olmanın yanı sıra ilk gemi yolculuğumuzu da böylece gerçekleştirmiş olacağız. Albatros Otelinin önünde yer alan limana varıyoruz öncelikle. Limanda bizi tüm heybetiyle Hollanda menşeili Plancius adlı cruise gemisi karşılıyor. İçimiz kıpır kıpır gemiye yanaşıyoruz. Çünkü bu gezinin bizim için anlamı gerçekten büyük. Deyim yerindeyse doktora tezimizi vereceğiz bu geziyle.

Gemiye yanaştıkça dünyanın çeşitli yerlerinden gelmiş olan gezi arkadaşlarımızla göz göze geliyoruz. Onların gözlerinde de aynı heyecanı okuyabiliyoruz. Ardından, görevlilerin yönlendirmesiyle gemimizdeki yerimizi alıyoruz ve vakit kaybetmeden kamaramıza geçiyoruz. Otel konforuyla döşenmiş odamız beklentimizin çok çok üstünde… Her ne kadar bizim için yolda olmak ve Antarktika’ya varmak önemli olsa da, bu sürprizle mutluluğumuz biraz daha artıyor.

Turumuzu düzenleyen Expedition’ın lideri Sebastian’ın anonsu duyuluyor önce. Kamara dahil geminin her yerinden duyulan bu anonslar gezi boyunca bizi yönlendiriyor. Adeta “Lost” dizisindeyiz… Hemen geminin “lounge”unda toplanıyoruz. Birtakım bilgilendirmelerin ardından güvenlik amaçlı tatbikatlar başlıyor. Can yeleklerinin giyiminden tutun da acil durumda geminin tahliyesine, zodyak botlara binilmesine kadar her konuda detaylıca bilgilendiriliyor, hatta bu öğrendiklerimizi tatbik ediyoruz.

Antarktika’ya varmamız neredeyse üç gün sürüyor. Açık denizler ve Drake Passage denilen geçitin bizi bu kadar sarsacağını ummuyoruz. Denizin dalgalarıyla adeta beşik gibi sallanan gemimiz gece boyunca midemizi altüst ediyor. Sabah temizlik görevlisi Maya’nın getirdiği muz ve krakerlerle midemizi bir nebze olsun rahatlatıyoruz.

Burada askeri bir düzen başlıyor. Kahvaltı, öğlen ve akşam yemekleri saatinde yenilmek zorunda.

Antarktika’ya varınca hemen geminin güvertesine çıkıyor ve o muhteşem manzarayı izlemeye koyuluyoruz. Hava ilk önce çok da soğuk gelmiyor. Hafiften kar atıştırıyor. Sessizce bu eşsiz manzarayı izlerken bir müddet farklı dünyalarda yaşıyoruz. Sonra havanın yavaş yavaş soğuduğunu fark edip ısınmak için kamaramıza geçiyoruz.

Daha sonra Sebastian’ın tabiriyle operasyonlar başlıyor. Öncelikle kar kıyafetlerimizi, berelerimizi, eldivenlerimizi ve gemide verilen su geçirmez botlarımızı giyiyor, üzerine bir de can yeleklerimizi takıyor ve “operasyon”a hazır hale geliyoruz. Sonra, gemiden gruplar halinde zodyaklara biniyor ve kıyıya doğru yol alıyoruz. Penguen görmeyi umarken bizi ilk olarak buzulların üzerinde yatan foklar karşılıyor. Biz onları merakla incelerken, onlar da aynı meraklı gözlerle bizleri inceliyor.

Antarktika kelimesinin kökeni Yunancada “Arktos” yani “ayı” anlamına geliyor. Kıta, 1959 yılında imzalanan “Antarktik Anlaşması” ile yönetiliyor. Burada herhangi bir devlet yönetimi yok. Anlaşma ile alınan karara göre, Antarktika’da sadece bilimsel amaçlı araştırmalara izin var, askeri amaçlı faaliyetlere ise kesinlikle müsaade edilmiyor. Burada 29 ülkeye ait toplam 101 araştırma istasyonu bulunuyor. TAKBAM (Türkiye Antarktika Kutup Bilimsel Araştırmalar Merkezi) da kıta üzerinde faaliyet gösteriyor.

Tartışmasız dünyanın en soğuk kıtası burası. Sıcaklık kış aylarında -70 °C’nin de altına düşebiliyor. Dünyada bugüne kadar ölçülen en soğuk hava rekoru da yine Antarktika’ya ait. 1983’te ölçülen sıcaklık değeri tam olarak -89 °C… Ayrıca, dünyadaki tatlı su kaynaklarının da neredeyse % 70’i burada bulunuyor.

İlk görevimizde fokları inceleme fırsatı bulurken, ikinci zodyak görevimizde ise balinalarla yakından tanışıyoruz. Sırtlarını ve sırtlarından püskürttükleri suları heyecanla izliyoruz. Devasa vücutları bizi bir hayli etkiliyor. Zodyak botlarla çıkılan bu görevler gün gün devam ediyor…

Bu kıtada çeşitli ülkelerin üsleri de yer alıyor. Önce terk edilmiş İngiliz üssünü görüyoruz. Ardından halen aktif olan Ukrayna üssünü ziyaret ediyoruz. Meteorolojist bir görevli bize üs binasını detaylıca gezdiriyor. Üs bölgesinde sadece erkeklerin görevli olduğunu duyunca, kadınların da buralarda pekala görev alabileceğini düşünmeden edemiyoruz.

Üs bölgesinde görev alan personelin dış dünyayla tek bağlantısı e-postalar… Facebook, whatsapp gibi sosyal iletişim ağlarının hiçbirini kullanamıyorlar. En çok da ailelerine olan özlemlerinden yakınıyorlar.

Gemiden karaya yeni bir “operasyon” başlıyor. Yaşamlarına yalnızca belgesellerden tanık olduğumuz smokinler içindeki sevimli cücelere doğru yol alıyoruz. Yanlarına vardığımızda penguenleri ürkütmemek için oldukça yavaş hareket ediyoruz. Oturup hareketsiz beklediğinizde daha rahat yanaşıyorlar çünkü. Merakla incelemeye koyuluyorlar sizi. Sevimli halleri görülmeye değer… Bu hoş an uzaklardan bir fokun burnundan soluyarak onlara doğru gelmesiyle son buluyor. Bize de onların paytak paytak kaçışlarını izlemek düşüyor.

Paradise Harbour”dan bahsetmeden geçmek olmaz. Bu cennet koyunda kendimizi farklı bir alemde gibi hissediyoruz. Adeta bir heykeltıraşın elinden çıkmışçasına harikulade görünüm içindeki buzullar bizi büyülüyor. Bu şaheserleri izlerken donan ayaklarımızı bile umursamaz oluyoruz.

Gezi boyunca penguenlerin, fokların, deniz kuşlarının ve balinaların türlerine, küresel ısınmaya, Antarktika’nın statüsüne kadar birçok konuda bilgilendiriliyoruz. Gemi ve tur ekibindeki herkesin işini severek yapması bizi çok etkiliyor. Takım çalışması ile koordineli hareket ederek ortaya gerçekten örnek bir gezi çıkmasını sağlıyorlar.

Gezi sonunda birer sertifika almış olmamız da bizi ayrıca onurlandırıyor. Bu belge aynı zamanda hayallerimizi gerçekleştirdiğimizin de bir belgesi oluyor. Hatta bir sonraki rotamızı bile konuşmaya başlıyoruz. Andrew McCarthy “Yeterince uzağa yolculuk ettiğinde kendinle karşılaşırsın” diyor. O halde kendimizi bulma yolunda bir sonraki durağımız neden uzay olmasın?

azgittikuzgittik

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to top