Kendimizi tanıma, hayatı anlama, gerçekliği arama yolculuğunda önemli bir durak olarak gördüğümüz Nepal’e çeviriyoruz rotamızı. Osho’nun dediği gibi “Zihninizin altında ezilirseniz deli, onu aşabilirseniz mistik olursunuz.” Biz de zihnimizi aşma yolunda mistisizmiyle bizi adeta mıknatıs gibi kendisine çeken Nepal’e 15 saatlik bir uçuşun ardından varıyoruz.
Nepal Cumhuriyetinin başkenti ve en büyük şehri Katmandu’dayız. Katmandu’ya aslında Katmandu Vadisi demek daha doğru olabilir. Eskiden bu vadide Katmandu, Bhaktapur ve Patan olarak 3 ayrı şehir yer alıyormuş. 1768’de buranın Fatih Sultan Mehmet’i diyebileceğimiz Prithvi Narayan Shah bu 3 şehri Katmandu adı altında birleştirmiş.
Başkent Katmandu hafif bir yağışla karşılıyor bizi. Ama gezimizden alıkoyacak bir yağmur değil. Hava oldukça güzel. Vakit kaybetmeden eski şehir Thamel’deki otelimize varıyoruz. Mimarisi Nepal’in tapınaklarını andıran otelimize yerleştikten sonra “Durbar Square”e doğru yola çıkıyoruz. Dar sokaklarda gezebilmek için bir “rikşa” sürücüsü ile anlaşıyoruz. İnsan gücüyle çalışan, ama yolcusu da olan bir çeşit bisiklet bu. Yollar dar olduğu için motosikletler de bu şehirde oldukça yaygın. Katmandu sokaklarında gezerken ilk gözümüze çarpan şey, ne kadar fakir de olsalar, halkın mutlu olduğu! İnsanlar hallerinden gayet memnun görünüyor.
Meşhur rikşa
Yöreye özgü tapınak mimarisini yansıtan “pagoda”larla çevrili “Durbar Square” ilk karşılaşmada bizi adeta büyülüyor. Bir rehber vasıtasıyla tapınağı gezmeye başlıyoruz. Bir yandan da kendisiyle Hindu felsefesi üzerine konuşuyoruz. Hindu felsefesinin önemli kavramlarından “karma”ya göre, bu dünyada yaptığımız iyilikler karşılığında, öldükten sonra yeniden dünyaya geldiğimizde (reenkarnasyon) daha iyi bir mertebede yaşamayı hak ediyoruz.
Durbar Meydanı ve pagodalar
Gezerken tapınakların depremden hasar gördüğüne şahit oluyoruz. Birkaç ay önce (25 Nisan 2015) meydana gelen ve 7’nin üzerindeki şiddetiyle büyük yıkıma yol açan depremin izleri hâlâ taze…
Daha sonra meydanda gördüğümüz bir atölyeye giriyoruz. “Thanka Painting” adıyla anılan ve yörenin el sanatlarını yansıtan bu elişi estetik bir boyamadan ibaret değil, aynı zamanda bir meditasyon aracı. Bu boyamalarda karma felsefesi yansıtılmakta. Yaşamın temelini oluşturan 5 element (hava, su, ateş, toprak ve ruh) beden ölünce ayrışarak tekrar yaşam döngüsüne dahil oluyor.
Thanka Painting
Atölyeden ayrıldıktan sonra gördüğümüz son tapınak bizi bir hayli şaşırtıyor. Tapınak oymalarındaki figürler cinsel yaşamı anlatıyor. “Kamasutra” adıyla anılan bu felsefeye göre cinsel birleşme esnasında, eğer iki kişi birbirini eşit seviyede seviyorsa, bu daha güçlü bir enerjinin ortaya çıkmasını sağlıyor. Bu şekilde bir ahenk oluşuyor.
Gezimiz sonrası akşam yemeği için otantik eşyaların satıldığı bölge olan Thamel’de bir restauranta giriyoruz. Hoş geldin içeceği olarak başlangıçta tahta çanak içerisinde “rakşi” adındaki pirinç rakısı ikram ediliyor. Daha sonra “mommo” adındaki iri yöresel mantılarını tadıyoruz. Bu, Gürcistan’ın meşhur mantısı “hinkali”ye benziyor. Mantarlı olanı ise Dalai Lama’nın en sevdiği yemekmiş. Yemeğimizi yerken bir yandan da yöresel dansları izleme fırsatı buluyor; hatta dansçıların ısrarı üzerine onlara eşlik ediyoruz. Yemeğin üstüne tereyağlı, zencefilli ve sütlü meşhur Nepal çayını tadıyoruz. Tadı hâlâ damağımızda! Bu mistik çayı o gün bugündür Türkiye’de sürekli içer oluyoruz.
İkinci gün, kahvaltıdan sonra Pashupatinath’a doğru yol alıyoruz. Gezimiz boyunca dikkatimizi çeken şey, küresel sermayenin henüz buraya girmemiş olması. Fast food zincirlerinden hiçbiri burada yok! Bu da yörenin mistisizmine katkı sağlayan en önemli etkenlerden. Bizi şaşırtan ikinci husus, dünyanın en fakir ülkelerinden biri olmasına rağmen heryerde wifi bulunması!
Yol üstünde ilk durağımız Boudhanath oluyor. Burası bir Budist tapınağı. Tibet’ten gelen hacılarla dolu. Hacılar, karmalarını temizlemek için “stupa”nın etrafında saat yönünde dönüyorlar. Buda’nın seni izleyen gözleri karmandan kurtulamayacağını ifade ediyor. Madem karmalarından kurtulamayacaklarsa, o halde neden karmalarını temizlemek için “stupa”nın etrafında döndüklerini düşünmeden edemiyoruz.
Nihayet bir ölü yakma yeri olan Pashupatinath’a varıyoruz. Yanık kokusu heryeri sarmış durumda. Henüz başlamış bir ölü yakma törenine denk geliyoruz. Tören, Ganj Nehri’nin bir kolu olan Kutsal Nehir Bagmati’de gerçekleşiyor. Bu ritüelde ölen kişi erkekse büyük oğlu, kadınsa küçük oğlu; hiç kimsesi yoksa rahip tarafından ağzına ateş verilerek yakma olayı başlamakta. Kast sistemi burada da etkin. Ölülerin statüsüne göre yakıldığı yerler farklı farklı bölümlendirilmiş. Ayrıca, Sadular ve günahla kirlenmedikleri için bebekler yakılmıyor. Sadular, münzevi bir yaşam sürmeyi tercih etmiş, evlenmeyen, giysileri dahi olmayan ve tüm dünyevi isteklerden arınmış kişiler. Bu, hem ruhen hem de bedenen bir arınma! Sadular da hayatları boyunca eziyet çektikleri için arınmalarına gerek kalmıyor ve yakılmıyorlar. Sadular için haşhaş da serbest. Böylece maddi dünyadan daha kolay soyutlanabiliyorlar.
Pashupathinat’ta Ölü Yakma Töreni ve Sadular
Gezimizin bir sonraki durağı ise Bhaktapur oluyor. Burası Katmandu’nun en eski yerleşim yeri. Burada da birçok tapınağı geziyoruz. Meşhur “Peacock Window (Tavuskuşu Pencere)”un önünde bir de fotoğraf çektiriyoruz. Burada satılan hediyelik eşyalar arasında Gorka savaşçılarının “kukuri” adı verilen hançerleri ile kaşmir ürünler oldukça popüler. Dönüş yolunda gördüğümüz “çocuk işçi çalıştırmak serbest” yazısı da bizi bir hayli etkiliyor…
Tam da bu yazının üstüne çocuk tanrıça “Kumari”yi görüyoruz. Kumari, içine tanrıça kaçmış küçük kız çocuğu. Ülkeyi koruduğuna inanılıyor. Nepal fazla istila görmemiş. Bunun da Kumari’nin yüzü suyu hürmetine olduğuna inanılıyor. Kumari’yi ziyaret esnasında alnımıza bir de “tika” sürüyorlar. Bu kırmızı boyanın, iki kaşın arasına sürüldüğü zaman şans getirdiğine inanılıyor. Alnın saçla birleştiği yere kadar sürüldüğü zaman ise kadınların evli olduğunu sembolize ediyor.
Günü maymunlu tapınakla kapatıyoruz. Buda’nın gözleri burada da bizi izliyor!
Akşam ise Nepal’in meşhur yemeği “Dalbat”ın tadına bakıyoruz. Yeşil mercimek soslu bu pirinç pilavı etle servis ediliyor ve ülkede oldukça popüler.
3. gün Himalayalar’ın eteğinde yer alan Pokhara’ya gitmek için havaalanına gidiyoruz. Havaalanında Everest’e tırmanmak için heyecanla bekleyen dağcılara rastlıyoruz. Sevimli, mini uçağımızla sisler içerindeki şehre varıyoruz. Kahvaltımızı yüksek bir dağ köyünde yapıyoruz. Dumanlı dağ köyündeki bu kahvaltı tarif edilemez bir huzur dolduruyor içimize. Ardından göl ortasında yer alan “Island Temple”a sandalımızla geçiyoruz. Dönerken sandal sürücüsünün kriz geçirmesiyle büyük şok geçiriyoruz. Önce sara sandığımız bu krizin uyuşturucu nedeniyle olduğunu anlamamız çok da uzun sürmüyor. Burada haşhaşın oldukça yaygın olduğu aklımıza geliyor. Hemen yakınımızdaki sandalın bize yardımcı olmasıyla kıyıya yanaşmayı başarıyoruz.
Pokhara Gölü ve Island Temple
Dönüş yolunda, hakim bir tepeye konumlanmış meşhur turistik Bandipur köyüne de uğruyoruz. Aynı gün Katmandu’ya dönmek zorunda olduğumuz ve uçak bulunmadığından arabayla dönmeye karar veriyoruz. Tıpkı Karadeniz gibi yeşil ve virajlı yollardan geçiyoruz. Tam bir keşmekeş diyebileceğimiz bir trafikte, sürücünün aşırı hızıyla Katmandu’ya zamanında, ancak yüreğimiz ağzımızda varıyoruz.
Ülkemize yine hiç unutamayacağımız anılarla geri dönüyoruz. Bu mistik ülke, gerçekten de farklı bir deneyim yaşatıyor bize…