esur Yeni Dünya, Aldous Huxley’in günümüze de ışık tutan güçlü bir gelecek öngörüsü distopyasıdır.
DÜNYALILAŞTIRILIYOR MUYUZ?
Bu tarz ütopya / distopya kitaplarının yazarlarına karşı ancak bilim kurgu filmlerinde görülebilecek metafizik unsurları atfetmekten insan kendini alıkoyamaz. Sanırsınız Aldous Huxley, zamanda yolculuk yapmış; kitabında belirttiği Ford’dan sonra 632 yılına gitmiş, yaşamış, gözlemlemiş ve gelip bize anlatmıştır. Ayrıca; kitapta, biyolojiden edebiyata kadar verilen tüm detayların hayranlık uyandırıcı olduğunu özellikle belirtmek gerekir.
Cesur Yeni Dünya’nın temelleri Fordist üretim ile atılmıştır. Bu yeni dünya, Ford’dan sonra 632 yılının toplumsal düzenini anlatmaktadır. Artık tarih, milattan önce- milattan sonra (ya da İsa’dan önce – İsa’dan sonra) diye değil; Ford’tan önce – Ford’dan sonra şeklinde nitelendirilmektedir. Bu yeni dünya düzeninin tanrısı Ford’tur denilebilir.
1900’lerde Henry Ford’un T modeli olarak da bilinen, ama asıl olarak bu üretim yöntemi ile şekillenen sosyo-ekonomik yapıyı anlatan Fordizm ile, üretim bandı üzerinde otomasyona dayalı kitlesel, seri üretime, üretimin standartlaştırılmasına ve emeğin vasıfsızlaşması, uzmanlaşması ile şekillenen, “toplu üretim, toplu tüketim”i amaçlayan, piyasada istikrarı hedef alan, rasyonel, merkezi yönetime dayalı, Taylorist bilimsel yönetim ilkelerine dayalı bir üretim sistemi ifade edilmektedir.
Benzer bir analoji ile Cesur Yeni Dünya düzeninde, yine bu Fordist sistemi tasvir edici, ama aynı zamanda geleceğe yönelik bir kara ütopya ile daha da geliştirilmiş bir modeli olarak toplumsal sistem, düşünmeyen, sorgulamayan, robotvari, bedensel zevklerin tatminine dayalı, yapay olarak mutlu insanlardan oluşan bir toplumdur. Bu insanlar, günümüzdeki gibi doğum yöntemi ile değil; şişeleme, kuluçka mantığı ile yapay kavanozlarda gelişmekte ve tıpkı Fordist ürerimde olduğu gibi seri üretimle tek yumurtadan “Bokanaovski” yöntemi denilen tek seferde doksan altı insanın yapay olarak üretilmesi ile dünyaya gelmektedirler. Bokanovski ikizleri alt sınıf mensubudurlar.
Bu toplumsal sistem, kast sistemine benzer bir yapılanma içindedir. Bu sistemde alfa, beta, gama, delta ve epsilon isimleri ile nitelendirilen toplumsal gruplar yer alır. Sistemin en alt kademesinde Epsilon-Eksi Yarı Moronları, daha üst kademelerde ise yetenek ve entelektüel düzeylerine göre bir hiyerarşi söz konusudur. En tepede ise, “Dünya Denetçisi” vardır. Zaten Dünya da 10 Denetçi tarafından yönetilmektedir. Burada 10 sayısı dikkat çekicidir. Nitekim, dünyayı yöneten seçkin bir kesimin varlığına dair komplo teorilerinde de dünyanın 10 kişi tarafından yönetildiği iddiaları mevcuttur.
Tanrısal bir toplum dizaynı da denilebilecek bu planlama sisteminde, sistemi oluşturan biyolojik organizmalar, doğumdan ölüme kadar devlet eliyle manipülasyona uğramaktadır. Bokanovski ikizleri, kimyasal yöntemler, hipnopedya denilen uykuda öğrenme, belli bir işi yapmak için uzmanlaşmaları adına sürekli olarak bilinçaltı şartlandırma seansları ile yetiştirilmekte; böylece toplumun düzeni ve istikrarını sağlayacak fiziksel ve ruhsal yapıya sahip itaatkar insanlar üretilmektedir.
Kapitalist sömürünün aldığı bu yeni biçimde en önemli unsur, totaliter bir iktidarın ve denetimin geldiği boyuttur.
Kitabın Önsözünde Gerçekten etkili totaliter devlet, siyasi patronların ve onların yönetici ordularının tüm güçleri kendisinde toplayan hükümetinin, kölelerden oluşan nüfusu, köleler köleliklerini sevdikleri için zor kullanmaksızın kontrol ettikleri devlettir. ifadesinde vurgulandığı üzere, köleliğin bilinçaltı yöntemlerle, Althusser’in deyimiyle “Devletin İdeolojik Aygıtları aracılığıyla sevdirilmesi, şartlandırılması bu yeni dünya düzeninin temellerini oluşturan en etkili mekanizmadır. Melih Cevdet ANDAY’ın “Defne Ormanı” şiirinin dizelerinde de çok güzel ifade edildiği üzere, “Köleler felsefe kaygusu çekmedikleri
İçin ekmek yapıyorlardı, çünkü
Felsefelerini köle sahipleri veriyordu onlara;
Felsefe sahipleri köle kaygusu çekmedikleri
İçin ekmek yapmıyorlardı, çünkü kölelerini
Felsefe veriyordu onlara.
Ve yıkıldı gitti Likya.”
Kitaptan alıntı ile “mutluluk ve erdemin sırrıdır-yapmak zorunda olduğun şeyi sevmek. Tüm şartlandırmaların amacı budur: insanlara kaçınılmaz toplumsal yazgılarını sevdirmek”. Zaten , “Cemaat, Özdeşlik, İstikrar” bu cesur yeni dünya toplumunun en önemli mottosudur.
Bu toplumda “herkes herkes içindir”. Bireysellik olursa toplum yalpalar. Anne ve babalarından bağımsız üretildikleri için “aile” kavramı yok. Annelik kavramı müstehcen olarak görülmekte. İnsanlar arasında duygusal yakınlaşmalar, uzun süreli ilişkiler ayıp ve uygunsuz bir durum olarak görülmekte. Herkes istediği zaman ve kişi ile çiftleşmekte.
“Toplu üretim, toplu tüketim”i amaçlayan Fordist seri üretime dayalı toplumdakine benzer şekilde bu toplumda da tüketim esastır. “Atıp kurtulmak onarmaktan iyidir” düsturu ile hareket edilir. Ford’un T modeline gönderme olarak birbirleri ile “T” işareti yaparak selamlaşmaktadırlar.
Bu toplumda, insanların mutluluğu için “tarih” de yok edilmiştir. Bu toplumun denetçisine göre, zaten “tarih” denilen kavram sürekli tahrif edilmektedir; o yüzden de gerek yoktur.
Tanrı, din, aile, sanat, özgürlük gibi kavramlar anlamsızdır. Aslolan mutluluk ve istikrar olduğu için bu kavramlara gerek yoktur. Ne kadar az bilirlerse o kadar mutlu olurlar. Bilim de bir dereceye kadar izin verilen bir olgudur. İnsanlar hep gençler… Hastalık, yalnızlık, güçlü bağlar hissedecekleri aileleri, ölüm korkusu yok… Hep emniyetteler. Bu nedenle mutsuz olmalarına gerek yok.
Eski toplumsal düzende, “din” kavramı, yaş ilerledikçe ihtiras ateşinin sönmesi, duyguların körelmesi ile daha kalıcı bir varlığa, mutlak ve ebedi gerçekliğe tutunma isteğinden kaynaklanan bir teselli ile eşdeğer olarak görüldüğünden, bu yeni dünya düzeninde artık yaşlanma ve hastalık olmadığından böyle bir teselliye ya da diğer bir ifade ile “Tanrı” ve“din”e ihtiyaç yok.
Kitapta ifade edilen bu düşünce, bana daha önce okumuş olduğum bir kitaptaki ifadeleri anımsatmaktadır:
“Dingin zamanlarda öleceğimiz gerçeğiyle karşı karşıya kalmakla birlikte, günlük yaşamımızın büyük bölümü, kültürle yaratılan yapay sahicilikle geçer. Bu sahicilik yanılsaması, her şeyin son derece zayıf ve geçici olduğu yolundaki bilinçdışı korkumuzu gizlemeye yardımcı olur.”
Teselli olarak bu toplumda, sıkıntılı zamanlarda ya da düzenli olarak “soma” adı verilen uyuşturucu gibi bir hap alınmaktadır; zihinsel bir tatil yaşamak, gerçeklerden kaçmak, uyum sağlamak, mutlu hissetmek için… Ancak uyuşturucu gibi bir yan etkisi yok.
Bu distopya eser, anlamsız, komplo teorileri, paranoya, gibi gördüğümüz dünyanın bazı güçler tarafından yönetilmesi, kolay yönetilebilecek tek tip bireyler oluşturulması, din ve Tanrı’yı da tüketen kapitalist sistemin evrildiği nokta, çeşitli ülkelerde meydana gelen toplumsal ilişkileri bozmak suretiyle bir toplumu çökertmek için oluşturulan kaos ortamları üzerine düşünmeye sevk edip, “acaba?” sorusunu sordurmakta ve toplumlar üzerinde bir takım deneysel uygulamalar yapılabileceği düşüncesini tetiklemektedir.
KİTAPTAKİ KARAKTERLER
Kitaptaki karakterlere kısaca değinilecek olursa, öncelikle karakterlerin isimlerinin manidar olduğunu söylemek gerek! Kitaptaki karakterler, tarihin önemli şahsiyetlerinin isim ve soy isimlerinin birleştirilmesinden oluşturulmuştur. “Alfa” olarak yetiştirilmesi gerekirken yapay kanına karışan alkol yüzünden “Beta” olarak nitelenen, içinde bulunduğu toplumun değerleriyle uzlaşamayan, fiziksel olarak da alfa olamayacak kadar düşük sınıflara ait vücudu ile “Bernard Marx”, yine içinde yaşadığı düzenden farklı olarak bireyselliğinin farkında olan Helmholtz Watson, Batı’dan sorumlu Denetçi Mustafa Mond.
Bu dünya devletinin uygar yaşantılarının dışında, “Vahşi Ayrı Bölgeler” diye nitelendirilen izole bölgeler de söz konusudur. Bunlar hâlâ evlenip çocuk doğurmakta, yaşlanmakta ve hastalanmaktadırlar. Kitap, ana karakter Bernard Marx ve kızarkadaşı Lenina’nın bu bölgeye seyahat etmeleri ve eskiden bu bölgeye gidip orada kalmak zorunda kalan Linda ve “Vahşi” olarak nitelen oğlu John’u da alıp “uygar” dünyalarına götürmeleri ve “Vahşi”nin bu toplum karşısında yaşadığı dehşetle devam eder. John, yani Vahşiye göre bu insanlar, Tanrı, din, aile, sanat, özgürlük, korku, heyecan, ihtiras gibi kavramlardan bihaber oldukları için ızdırap verici ve anlamsız bir toplumdur.
Kitaptaki “vahşi” karakteri, günümüz değerlerine sahip ayrı taraftan gelme olduğu için Cesur Yeni Dünya mensupları tarafından vahşi ve tuhaf görülmekte, ancak meraklarını da cezbetmektedir.
“Vahşi” ya da John, Shakespeare’in Cesur Yeni Dünya’da yasaklanmış olan kitabını okuyarak duygularına tercüman olan bu kitap kahramanları gibi yaşama ve onlar gibi hissetme imkanı bulamamasından dolayı büyük acı çekmekte; istikrar ve yapay mutluluk adına insan ruhu, duygusu, tutkusu, özgürlüğünden feragat edilen bu yeni dünyadan nefret etmektedir.
“Vahşi” karakterinin “epsilon” diye nitelendirilen yarı moronları bile özgürlük konusunda uyarmaya, aydınlatmaya çalışması, karşılığında tepkisizlik ya da mukavemet oluşması, hatta düzenden dışlanması, şiddete maruz kalması ile sonuçlanması ne kadar manidardır değil mi?
Uyumsuz olarak nitelendirilen, toplumsal istikrarı bozanlar da kendileri gibi bireysel düşünen, sorgulayanların yer aldığı İzlanda’ya gönderilmektedir. Bernard Marx ve Helmholtz Watson da Denetçi tarafından buraya sürülmüştür.
Dilek ŞAHİN