Sanayi Devrimi’nin yarattığı zihni dönüşüm ve Aydınlanma ile gelen düşünceler, aklın araçsallaştırılarak doğaya tahakküm edilebileceği düşüncesini, doğanın bir kaynak deposu olarak görülüp tahribini, sömürülmesini, nükleer silahların geliştirilmesiyle toptan imhanın olanaklı duruma gelmesini, kitlesel ölümlere sebep olan çevre kirlenmesini beraberinde getirmiş ve tüm bu sorunların değişen üretim-tüketim kalıpları ile birlikte teşvik edilen tüketim toplumu ilişkisi, modern toplum öngörüsünün bireysel ve toplumsal yaşayışı değiştirerek her geçen gün artan bir yabancılaşmayı, mevcut teknolojilerin de bu süreçleri hızlandırarak yerel enerji kaynaklarının büyük bir hızla tükenmesini ve ekolojik dengenin bozulma sürecini hızlandırmıştır.
Doğanın tahribi, beraberinde doğaya duyarlı toplumsal hareketlere de zemin hazırlamıştır. Her ne kadar tarih boyunca doğaya saygıyı içeren görüşler yer almışsa da, çevre sorunlarının politika gündemine girmesi, 1960’lı yılların sonunda gerçekleşebilmiştir. Çevreci hareketlerin sanayi toplumuna ve onun getirdiği sorunlara tepki olarak dayandığı ilk temel, 68 hareketleridir diyebiliriz. Hippilerin romantik doğaya dönüş felsefesi, 1968 öğrenci hareketinin, ileri endüstri toplumuna ve onun değerlerine karşı başkaldırısı, çevreci yaklaşımın önemli kaynakları arasındadır. İnsanlar, çevre konusunda daha duyarlı olmaya başlamış; önceleri sadece sivil bir hareket olarak ortaya çıkan bu girişimler zamanla siyasallaşma sürecine girmişlerdir.
1968 Hareketleri “Çevrecilik” konusunda da bilinç ve tepki oluşturuyor.
Yeşil hareketin partileşme sürecine değinilecek olursa, İngiltere’de Yeşil Parti’nin kuruluşu 1973’te kurulan “People” adlı partiye dayanmaktadır. Daha sonra 1985’te partinin adı “Green Party” olarak değiştirilmiştir. Federal Almanya’da 1980’de Die Grünen (Yeşiller) kurulmuştur. 1983 “Bundestag” seçimlerine giren Alman Yeşilleri % 5.6 oy oranıyla federal mecliste 28 sandalye elde etmişlerdir. Bu durum, Yeşil hareketin siyaset sahnesinde bir mihenk taşı olarak değerlendirilir.
Türkiye’de de Yeşil hareket hızla siyasileşerek, Avrupa’daki yeşil partilerin de erken dönemleri sayılabilecek yıllarda, 1988’de Yeşiller Partisi’nin kurulmasıyla ivme kazanmıştır; ancak Türkiye’nin siyasal yapılanmasının ve demokrasi kültürünün Yeşil Hareketin gelişmesine, yaşamasına uygun bir düzeye ulaşmamış olması sebebi ile başarılı bir süreç gelişememiştir.[1]
“Çevrecilik” kavramı, çevreciliği bir ideoloji olarak diğer ideolojilerden ayrı bir alana dahil eden görüş ile, çevreciliği diğer ideolojilerin içselleştirebileceği daha çok araçsal bir nitelik yükleyen görüş olarak iki temel düşünce ekseninde değerlendirilmektedir. Birinci görüş, “yeşil ideoloji” ya da “ekolojizm” adıyla anılan “koyu yeşil” ya da “köktenci yeşiller” olarak nitelendirilen görüş, diğeri ise kapitalist sistem içerisinde çevreciliği, sistemin kötü işleyişini düzeltmeye yarayan daha çok teknolojik gelişmelere dayanan araçsal bir bakış açısına dayandıran “çevrecilik” görüşüdür. Bu ikinci görüş “çevreselcilik” olarak da anılmaktadır. Çevreselcilik daha çok doğayı ve çevreyi koruma, saklama, muhafaza etme anlamını içermektedir. Çevreselciler özünde endüstriyalizme karşı olmadıkları için “yeşil” olarak nitelendirilmezler.[2]
“Yeşil hareket”in temelinde ekolojik düşünce yatar; “Ekoloji” kavramı ilk defa Ernest Heackle tarafından ortaya atılmıştır. Ekoloji bilimi ile birlikte doğal denge ve doğal varlıkların korunması gereği üzerinde durulmuştur. Ekolojizmin tarihini, düşüncelerini Malthus’un ünlü nüfus argümanına dayandıran 19. yüzyıl bilimadamları oluşturmaktadır. Muhafazakar yaklaşım olarak nitelendirilen bu yaklaşımın yeşil hareket bakımından önemi, kaynakların kıtlığına yaptığı vurgudur. Malthus’un nüfusun geometrik dizi biçiminde artışına karşın, besin maddelerinin aritmetik dizi biçiminde artışına yaptığı vurgu yeşil teori için de merkezi bir rol üstlenmektedir.
Roma Kulübü’ne sunulan “Büyümenin Sınırları” adlı rapor da endüstriyel büyüme ve çevre sorunları ilişkisini, doğal kaynakların tükenmesi olgularını nüfus, üçüncü dünya ve kaynaklar bakımından irdeleyerek ekolojizme malzeme sağlamıştır
Yeşil hareketin savunucularının bir kısmı tarafından, “ideoloji” kavramının içerdiği kesinleşmiş bir temel oluşturan ilke ve değerler dizisi, sorgulanmaz doğrular ve devletin ideolojik manipülasyon aygıtlarının özgür düşünceyi kısıtlayan unsurları düşünülerek “ideoloji” kavramından kaçılır.
İngiliz Yeşil Partisi’nin genel seçim manifestosunu yazmış olan Porritt’in bu konudaki şu sözleri önemlidir: “Politik bir partinin etkinliklerini, sabit bir ideolojiye dayandırmak zorunda olduğunu söyleyen tanrı vergisi bir gereklilik yoktur. Yeşil Parti’nin manifestolarını yazdığım halde ideolojimizin ne olduğunu söylemek benim için bile zor. Politikamız, bana kalırsa, pragmatizm ve idealizmin sağduyu ve görüş gücünün oldukça basit bir karışımıdır. Bu bir ideoloji ise, bugün hayatlarımıza hakim olanlardan oldukça farklı bir ideolojidir.”[3]
Çevreciliğin ekolojizmin aksine, bir ideoloji olmadığına dair fikirler ve bu doğrultudaki tartışmalar bizi, neyin ideoloji olarak nitelendirilmesi gerektiği sorusuna yönlendirir. İdeoloji kavramı, felsefenin günlük yaşayışa en köklü şekilde sızmış, orada yer etmiş kavramlarından biridir. Bununla birlikte hemen her kullanılışında ideoloji kavramı, farklı anlamlar içermektedir. Burada uzun uzadıya “ideoloji”nin ne olduğu tartışması yapmak bu yazının kapsamını aşacağından kısaca bahsedilecektir.
Çoban, çevreciliğin varolan ideolojilerden farklı bir ideoloji olma iddiasında yöntemsel bir eksikliğin, çevreciliğin ideolojik unsurlarının birbirleriyle ilişkisinin, yani bu unsurların eklemlenmesinin gösterilmemiş olduğu hususu üzerinde durur. Yine Çoban, çevreci ideolojiyi diğerlerinden ayrıştıran hususun, onun bu bileşkeleri değişik bir fonksiyonda üreten, birleştiren tasarımındaki kendine has formülasyonu olduğunu belirtir. Bir başka anlatımla, çevreciliği diğer ideolojilerden farklı kılan noktanın, onun bu unsurları bünyesinde eklemleme biçimi olduğunu ifade eder.[4]
Dobson gibi yeşil ideoloji üzerine düşünce geliştiren yazarların çalışmalarında aslında Çoban’ın bahsettiği eklemlenmelere değinilmektedir. Dobson’ın çalışmasında “yeşil ideoloji” doğrultusunda toplumsal bir reçete sunma iddiası bile vardır. İdeolojinin basite indirgenmiş, en genel nitelikli tanımlarından yola çıkarak, bu tanımlara ne derece uyduğuna bakarak bir değerlendirme yapmak çok eksik bir değerlendirme olacaktır.
Dobson, farklı ideolojiler arasında bir “çekirdek değer” analojisi yapar. Bu amaçla kullandığı iki “ana damar” liberalizm ve sosyalizmdir. Liberalizm çekirdek değer olarak “özgürlük” kavramına sahip, sosyalizm ise “eşitlik” kavramına. Dobson bu ideoloji çekirdeklerinin tartışılmaya açık, hatta yanlışlanabilir olduğunu da vurgulamaktadır. Bir ideoloji olarak ekolojizmin çekirdek değerinin de “ekomerkezcilik” olduğunu iddia ediyor. Aslında Dobson, ekomerkezciliği bu kadar “merkez”e koyarak bir anlamda yeşil politikayı çevreciliğin araçsal baskısından uzaklaştırıp, daha etik ve felsefi bir eksene oturtmaya çalışıyor.
Dobson’un yeşil ideolojiyi açıklama çabasından da anlaşılacağı üzere, Çoban’ın belirttiği gibi yeşil ideolojinin unsurlarının eklemlenmesi sorunsalından öte, yeşil ideolojide hedefler konusunda bir kafa karışıklığı söz konusudur. Bu konu, yazının değerlendirme kısmında ele alınmaktadır.
Peki Yeşil İdeolojiyi oluşturan unsurlar nelerdir?
YEŞİL İDEOLOJİYİ OLUŞTURAN UNSURLAR[5]
Eko-Merkezci Düşünce: Eko-merkezcilik, çevreci ideolojinin temel ilkelerinden biridir. Etik olarak temelleri Arne Naess tarafından atılan, “Derin Ekoloji” kavramında temellenen bir düşünce yapısını görürüz. Derin ekoloji, doğayı ve insanı birbirinden ayıran ve farklılaştıran insan-merkezci düalizmi kesin bir biçimde reddeder. İnsan ve doğayı “bir” ve “bütün” olarak ele alır. Bu akımda, doğal kaynakların “öz olarak kendinde bir değer taşıdığı” savunulur. Bu fikir üzerinde temellenen “ekolojik bilinç” haline ulaşmış bireyler söz konusudur.
Büyümenin Sınırlandırılması: Yeşil ideoloji, endüstriyel toplumu, özellikle üretim artışının yüceltilmesi olgusunu sorgular. Yeşil yaklaşım genel olarak, endüstriyel büyüme ve nüfus artışının insanlığın sonunu hazırlamakta olduğu savına katılmaktadır. Roma Kulübünün ortaya attığı “Büyümenin Sınırları” tezi, ekolojizmin merkezi dayanaklarından biri olmuştur. Malthus’un ünlü nüfus argümanını temel alan bu teze göre, sonlu kaynakların sonsuz isteklere cevap veremeyeceği, gelecek kuşaklar da düşünülerek kaynaklar üzerindeki baskının azaltılması savunulmaktadır. Bu noktada çevreci ideoloji, kapitalist sistemi olduğu kadar sosyalist sistemi de eleştirir. Çünkü sorun, her iki sistemde de esas olan “büyüme ekonomisi” ile ilgilidir.
Ekolojik Toplum: Yerelliğe ve küçük ölçeğe vurgu yapılan ekolojik toplum modelinde doğa örnek alınarak; diğer canlılarla uyum duygusu, tüm yeryüzüne nüfusun dengeli dağılımı, işbirliğine dayalı yaşam ve çalışma ile kendiliğinden doğan bir yardımlaşma öngörülür. Bu toplumda, keyfi otorite, baskı, zorlama ve hiyerarşinin olmadığı, kararların uzlaşmaya dayanarak alındığı, doğrudan demokrasinin uygulandığı ve gönüllülüğün esas olduğu bir hayat tasarımı söz konusudur
Bilim ve Teknoloji: Ekolojistler kendinde (per se) teknolojiye düşman değildirler ve çeşitli ileri teknolojilerin ekolojik bir toplumun gelişmesinde temel olduğuna inanırlar. Teknoloji kullanımında dikkatli olunmalıdır; tüketileni geri dönüştürmektense tüketimi azaltmak öncelikli hedef olmalıdır.
Yeşil Ekonomi: Yeşil ekonomi politikası kendini idame ettirebilme ve toplumsal adaletle ilgilidir. Porritt’e göre yeşil ekonomi şimdi sahip olduğumuzla yakın gelecekte ihtiyaç duyacağımız şey arasında doğru bir seçime işaret eder. Buna göre, zenginlik, toprak ve üretim araçlarının geniş kapsamlı yeniden dağıtımı, daha yapıcı, kişisel olarak tatminkar iş olanağı, bütün insanların daha işbirlikçi bir çerçeveye dayanması, tüketim alışkanlıklarının değişmesi ön koşuldur. Ekoloji düşüncesinde değişim ve kâr için üretim yerine, kullanım için üretim ölçüsü ve buna dayalı üretim ilişkileri ikame edilmektedir.
Yenilenebilir Enerji Kullanımı: Yenilenebilir kaynakların azami kullanımı ve yenilenemez kaynakların korunması önemlidir.
Adem-i Merkezi Yönetim: Yeşiller bugünün ekonomik ve politik etkinliklerinin çoğunun yöresel ölçeğe indirilmesi gerektiği; demokratik ve katılımcı mekanizmaların yerel ölçekte daha iyi işleyeceği; farklılıklara vurgu yapılması gerektiği hususlarına büyük önem verirler. Yeşil bir rejimde kararlar, acil ve kapsamlı çözüm gerektirmediği müddetçe yukarı düzeyden alınmamalıdır.
DEĞERLENDİRME
Ekolojistler, insanın kendisini doğanın dışında bir varlıkmış gibi hissetmesi olgusunu eleştirirler. Temel felsefesini Haeckel’in “monistik” ve “panteist” görüşüne dayanadıran ekolojizmin şekillendirdiği yeşil ideoloji, Descartes’ın Kartezyen yorumunda olduğu üzere, zihin-beden ikiliği ve Newtoncu “mekanik evren” anlayışı üzerinde temellenen insan-doğa ilişkisinin birbirinden ayrı olarak ele alınması düşüncesine karşı çıkar; ancak yeşil söylemde insan ve doğa sanki birbirine zıt varlıklar gibi ele alınmaktadır. Eğer ifade edildiği üzere, insan doğanın bir parçasıysa ve “bütün” içinde çevre-insan ilişkiselliği bağlamında değerlendirilmekte ise, o zaman insan edimlerinin de bu bakımdan ele alınarak değerlendirilmesi gerekmez mi?
Büyümenin sınırları tezini kendisine temel alan Yeşil İdeoloji, büyümeci ekonominin, ilerleme ölçütü olarak kullandığı Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) kavramını da eleştirmektedir. Gayri Safi Milli Hasılanın bir ilerleme ölçütü olarak hemen hemen miadını doldurduğu ve para ekonomisinde üretilen, çoğu, insanlara faydası olmayan mal ve hizmetleri ölçtüğü belirtilir.[6] GSMH gibi ekonomideki büyümeyi ifade eden kavram bir yandan eleştirilirken bir yandan da temelde GSMH ile aynı mantığa dayanan alternatif kavramlar öne sürülür. Örneğin ANP (adjusted national product) denilen çevresel ve sosyal maliyetlerin de hesaba katıldığı ölçümden bahsedilir. Peki yeşiller bu noktada özellikle eleştirdikleri ölçülemez olanı ölçme, ekolojik değerlere parasal değer biçme yanılgısına düşmeyecekler midir? Ayrıca eleştirdikleri GSMH modelini revize etmekten öteye gitmeyen bir çözüm üretmek de ayrı bir paradokstur.
Yeşil ideolojinin temel argümanlarından olan adem-i merkezi yönetim şekline yapılan vurguya değinilecek olursa, ekonomik ve politik etkinlikler yöresel ölçülere indirildiğinde, daha küçük ve daha bağımsız, farklılıkların vurgulandığı topluluklar ortaya çıkacak denilmektedir. Yeşil toplum idealinin büyük kapsamı olan çevre sorunları ile baş etme sürecinde, uzun vadeli politikaları gerçekleştirmek için gerekli planlama ve eşgüdüm sorunu, “yeşil adem-i merkezi yönetim”de ne ölçüde gerçekleştirilebilecektir?
Yeşil düşüncede çözülmesi gereken denklemlerden biri de, insanların sahip oldukları ya da sahip olmak istedikleri şu andaki “refah” diye adlandırılan maddi, sosyal ve bir ölçüde siyasi kazanımlarından nasıl vazgeçecekleridir.
İnsanların ekolojik bir topluma ulaşmalarını sağlayacak araçların ve ekolojik bilince varılması için gerekli koşulların daha net ve ikna edici biçimde ortaya konulması gerekir. Yoksa ütopik olmakla eleştirilen yeşil düşünce, bu eleştirinin haklılığını göstermekten öteye gidemez.
KAYNAKÇA:
Çoban, A., “Çevreciliğin İdeolojik Unsurlarının Eklemlenmesi”, Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Vol.57, No. 3, 2002.
Dobson, A., Ekolojizm, (çev.) C. Yücel, Yeni İnsan Yayınevi, İstanbul, 2016.
Ertuğ, C., Yeşilden Griye Adım Adım Türkiye, İş Bank Yay., 1.Basım, İstanbul, 2001.
Porritt, J., Yeşil Politika, çev. A. Türker, Ayrıntı Yay., İstanbul, 1988.
[1] Ertuğ,, C., Yeşilden Griye Adım Adım Türkiye, İş Bank Yay., 1.Basım, İstanbul, 2001.
[2] Dobson, A., Ekolojizm, (çev.) C. Yücel, Yeni İnsan Yayınevi, İstanbul, 2016.
[3] Porritt, J., Yeşil Politika, çev. A. Türker, Ayrıntı Yay., İstanbul, 1988.
[4] Çoban, A., “Çevreciliğin İdeolojik Unsurlarının Eklemlenmesi”, Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Vol.57, No. 3, 2002.
[5] Dobson, A., Ekolojizm, (çev.) C. Yücel, Yeni İnsan Yayınevi, İstanbul, 2016.
[6]Porritt, J., Yeşil Politika, çev. A. Türker, Ayrıntı Yay., İstanbul, 1988.
Yazan: Dilek ŞAHİN