Görülmesi gereken yerler listemizde hep yer almıştı Kamboçya. Birleşmiş Milletler’in en az gelişmiş ülkeler listesinde de yer alan bu ülke Angkor Wat Tapınaklarıyla bizi adeta kendisine çekiyordu. Türkiye’den direkt seferlerin olmadığı bu ülkeye Abu Dhabi ve Bangkok aktarmalı olarak ulaşım sağladık. Daha uzun yolculuklara antrenmanlı olmamıza rağmen aktarma sayısının fazla olması bizi biraz yormuştu. Ancak, bavulumuzun Bangkok’tan aktarılmaması bile içimizdeki heyecanı bastıramamıştı. Halil Cibran’ın dediği gibi “ihtiyaç korkusu da ihtiyaçtan başka bir şey değil midir?” aslında!
Kamboçya Siem Reap Havaalanına ayak basar basmaz ücreti mukabili vizemizi kapıda sorunsuz bir şekilde alıyoruz. Daha önceki Tayland gezimizden aşina olduğumuz tuktuklara burada da rastlıyoruz. Motorlu olduğu için römork dedikleri bu araçla otelimize varıyoruz. Sabah vardığımız bu ülkede yolculuğun bizi yorması neticesinde öğleden sonrasını uyuyarak geçiriyoruz. Akşam ilk iş Pub Street’e gitmek oluyor. Otelimize yürüme mesafesinde. Gerçekten çok canlı, ışıl ışıl, dünyanın çeşitli yerlerinden gelen turistlerle dolu bu mekanda ayrı bir dünyaya geldiğimizi hemen hissediyoruz. Türkiye’den kışlıklarla geldiğimiz için bavulumuz gelene kadar bizi idare edecek kıyafet arayışına giriyoruz. Yörenin canlılığını yansıtan çiçekli elbiselerimizi satın alıp otelimize dönüyoruz.
Sabah 5’te Angkor Wat Tapınaklarında gün doğumunu izleyecek olmamız sebebiyle uyumaya fırsat bulamıyoruz. Resepsiyondaki çocukla kahvaltımızı paket olarak yanımıza alabilmek için uzunca bir mücadeleye giriyoruz. Kahvaltının paket olarak verilmesi aslında burada sıkça rastlanan bir durum. Akşamdan anlaştığımız tuktuk sürücüsüyle gün ağarmadan tapınaklara doğru yola çıkıyoruz. Girişte kişi başı 20 dolar ödüyoruz. Sonra tapınağın önünde yer alan suyun kenarında oturup bekliyoruz. Bir yandan kahvaltımızı ediyoruz, bir yandan da gün ağarırken nasıl bir manzarayla karşılaşacağımızı merak ediyoruz. Gün ağardıkça Angkor Wat’ın heybetli görüntüsü gözlerimizi kamaştırıyor. Tapınağın sudaki aksı görülmeye değer… Günün ilk ışıklarıyla aydınlanan tapınağın aşama aşama belirginleşmesi bizi karşılaşacağımız manzara konusunda daha da heyecanlandırıyor.
Angkor Wat: Gündoğumu
Gün tamamen aydınlanınca çok büyük bir alana inşa edilmiş olan tapınakları görmeye başlıyoruz. Zamanında şehircilik anlayışına uygun inşa edilmiş Angkor Wat Kimerlere başkentlik etmiş, ormanlık alanın içinde zamana karşı kendini korumayı başarabilmiş. UNESCO dünya mirası listesinde de yer alan bu tapınaklar her yıl milyonlarca turisti kendine çekiyor. Dünyanın en büyük dini yapısı olan bu tapınaklar 12.y.y. başlarında Kral II. Suryavarman tarafından Hindu tanrısı Vishru için yapılıyor ve daha sonra Budist tapınağına dönüştürülüyor. Aslında yalnızca bir tapınağın adı olmasına rağmen zamanla bölgenin adı genel olarak Angkor Wat olarak kullanılır olmuş.
Angkor_wat_ana_giris resim eklenecek
Angkor Wat: Ana Giriş
Bayon Tapınağı: 4 girişten bir tanesi
Tapınaklardaki ikinci durağımız ise Bayon oluyor. Bayon tapınağında rastladığımız Kamboçyalı gencin yardımıyla fotoğraf hilelerini de kullanarak burada bulunan baş heykelleriyle unutulmaz fotoğraflar çekiyoruz.
Bayon Tapınağı: Buda Baş Heykeli
Tuktukumuza tekrar binerek Ta Phrom tapınağına geçiyoruz. Bu tapınak aynı zamanda ünlü Hollywood yıldızı Angelina Jolie’nin filmi olan Tomb Raider adıyla da biliniyor. Burası 1858 yılında Fransız doğa bilimci Henri Mouhot tarafından yeniden keşfedilmiş. Kitabında “Görmeden ölünmez.” diye bahsettiği bu yerleri Mouhot yeniden keşfediyor; çünkü tamamen devasa ağaç kökleriyle kaplanmış durumda.
Devasa ağaç kökleriyle kaplı Tomb Raider (Ta Phrom)
Angkor Wat o kadar büyük ki bu güzelliği bir de tepeden seyretmek istiyoruz. Bizim Kapadokya’daki balonlarımız kadar masalsı olmasa da bir balon vasıtasıyla tapınak bölgesini tepeden izleme fırsatını buluyoruz.
Balondan iner inmez yeni rotamızı belirliyoruz. Yeni rota; Tonle Sap Gölü. Burası Güneydoğu Asya’nın en büyük gölü. Bindiğimiz tekne bizi gölün içlerine doğru, yüzen köyün yer aldığı Chong Khnear denilen bölgeye götürüyor. Burası adeta yüzen bir kasaba. Kilisesi, okulu, evleri ile gölün üzerinde duran bu yapılara hayranlıkla bakıyoruz. Gölün ortasında yer alan yüzen istasyonların birinde mola veriyoruz. Mola verdiğimiz yerde ufak bir timsah çiftliği var. Çiftliğe kısa bir süre göz atıp terasa çıkıyoruz. Terasta manzarayı izlerken yüzen evlerde yaşam nasıl olurdu diye de düşünmeden edemiyoruz.
Tonle Sap Gölü
Pirinç tarlaları
Tonle Sap Gölündeki gezimizden sonra tuktukumuza binerek dönüş yoluna geçiyoruz. Yolda durup pirinç tarlaları önünde fotoğraf çektiriyoruz. Pirinç burada temel besin kaynağı. Her öğünde mutlaka tüketiliyor. Yol üzerindeki ikinci durağımız da lotus tarlaları oluyor. Ufak bir mola verdikten sonra tekrar yola devam ediyoruz. Otelimizde kısa bir molanın ardından sıra akşam yemeğinde! Bir gün öncesinde rezervasyon yaptırdığımız küçük bir alışveriş merkezi olan Lucky Mall’un tam karşısındaki Koulen-2 Restaurant’a gidiyoruz. Burası çok büyük bir restaurant. Açık büfeden aldığımız Çin mutfağı ağırlıklı yemeklerimizi yerken bir yandan da meşhur Kimer dansı Apsara’yı izlemeye koyuluyoruz. UNESCO dünya mirası listesine alınmış bir dans bu! Dansçı kadınlar ellerini esnetmek için dokuz yılını harcıyorlar. 4000’den fazla el figürünün olduğunu duyunca büyük bir şaşkınlık yaşıyoruz. Keyifli akşam yemeği biter bitmez burada oldukça meşhur olan ayak masajını yaptırmaya karar veriyoruz. Her köşe başında rastladığımız masaj salonlarından birine giriyoruz ve günün yorgunluğunu atmış olarak çıkıyoruz. Oldukça yoğun geçen günün ardından otelimize varıyoruz ve hemen uykuya dalıyoruz. İki günlük geziyi bir güne sığdırmanın sonucunda ertesi günü neredeyse uyuyarak geçiriyoruz.
Ünlü Apsara Dansçıları
Uyandığımızda çoktan akşam olmuş. Hemen Pub Street’ın yakınında bulunan el sanatları ürünlerinin satıldığı Art Market’a gidiyoruz. Dünyanın her yerinde görebileceğimiz el ürünlerini gezdikten sonra pazar turumuzun bu ayağını sonlandırıyoruz. Kuru meyve ve baharatların satıldığı tezgahlara yöneliyoruz. Yemek için yine Pub Street’a gidiyoruz. Red Piano’nun karşısındaki mekanın ikinci katını seçiyoruz. Burada Beef Lok Lak yiyoruz. Seyyar bar/discoların yer aldığı bu caddede turistler oynamadan duramıyorlar. Biz otelimize doğru yola koyulurken eğlence hızından hiçbir şey kaybetmiyor.
Art Market
Pub Street
Son günümüzü merkeze çok yakın kültür köyüne giderek geçirmek istiyoruz. Turistler için özel olarak inşa edilmiş bu köy yapay olmasına rağmen Kamboçya kültürünü özetle göstermesi açısından faydalı oluyor.
Kültür Köyü
Türkiye’nin ve dünyanın yoğun gündeminden az da olsa uzaklaşarak huzur ve dinginliği bulduğumuz dünyanın bir ucundan güzel anılarla ülkemize dönüyoruz.