Yer Altından Yer Üstüne Uzanan Yaşamlar
(29 Ağustos-04 Eylül 2017)
Sınır bölgesi anlamına gelen Ukrayna’dayız. Her ne kadar Ukrayna’nın kelime anlamı Rusya tarafından kıyıdakiler, kenardakiler olarak nitelendirilse ve ülke yüzünü Batı’ya dönmüş olsa da, Rusya ile Avrupa arasında bir denge politikası izlenmeye özen gösterilmiştir.
Ülkenin para birimi “grivna”dır (10 grivna yaklaşık 1.3 TL). Burda Ortodoks Hristiyanlık mensupları çoğunlukta.
Yaklaşık 2 saatlik bir yolculuk sonrası İstanbul’dan Lviv’e varıyoruz. Ortaçağ’a ait mimarisiyle UNESCO dünya mirası listesinde yer alan Lviv, Ukrayna’nın ikinci büyük kenti. Daha ilk görüşte, Arnavut kaldırımlı sokakları ve gotik mimariye sahip kiliseleriyle bu romantik şehir bizi oldukça etkiliyor. Genellikle eğlence hayatıyla öne çıkarılan Ukrayna’nın kültürel yönüyle de tanışmaya başlıyoruz.
Rynok Meydanı
Akşamüstü otelimize yerleştikten hemen sonra yemek yemek üzere ünlü meydanları Rynok Square (Meydanı)’e gidiyoruz. Burada ünlü vareniky (değişik harçlarla yapılan bir çeşit mantı)’yi tadıyoruz ve beğeniyoruz. Ardından İkinci Dünya Savaşı sırasında sığınak olarak kullanılmış Krivka adlı mekana geçiyoruz. Girişte parola soruyorlar ve Slava Ukraine deyince de likör ikramıyla sizi içeri alıyorlar. Bu mizansenin ardından duvarlarında savaşa ait fotoğraflar ile silah ve mühimmatların asılı bulunduğu labirent görünümlü odalardan birinde kahvemizi içiyoruz. Yemek sunumları da oldukça ilginç. Örneğin etiniz üzerinde bir baltayla servis edilebiliyor 🙂
Krivka
Ertesi sabah ilk iş Lviv’i tepeden 360 derece gören Ratusha Tower’a gitmek oluyor. Rynok Meydanında yer alan kuleye belediye binasının içinden geçilerek gidiliyor. Belli bir kata kadar asansörle çıktığımız kulenin tepesine ancak dik merdivenlerden çıkarak ulaşabiliyoruz. Görevlinin söylediğine göre, üç yüz küsur merdiven çıkmışız. Meydana giderken ve dönerken yol üstünde müzisyenler ve canlı heykellere de rastlıyoruz.
Lviv Manzarası, Ratusha Tower
Vakit kaybetmeden şehri panoramik olarak görme fırsatı veren City Tour otobüsüne biniyoruz (1 kişi 110 grivna). Tur otobüsü etkileyici mimarisiyle göze çarpan Opera Binasının hemen yanından kalkıyor. Otobüste dil menüsü içerisinde Türkçe’ye rastlamak bizi ayrıca mutlu ediyor. Tur boyunca Ermeni Katedrali, kırmızı çatılı itfaiye binası, Lychakiv Mezarlığı gibi birçok tarihi yapıyı peşpeşe görme fırsatı buluyoruz. Şehirde tramvaylar da oldukça yaygın.
Opera Binası
Tur sonrası UNESCO tarafından koruma altına alınmış meşhur Lviv çikolatasını tatmak için yine Rynok Meydanında yer alan Lviv Çikolata Fabrikasına gidiyoruz. Fabrika, Mazoşizm düsüncesine adını veren Leopold von Sacher Masoch’un heykelinin hemen yanında yer alıyor. Burada çikolatanın nasıl yapıldığını görüyor, silah ve topuklu ayakkabı şeklindeki çikolatalara bayılıyoruz. Erimiş çikolatanın tadı ise hâlâ damağımızda!
Masoch’un heykeli
Lviv Çikolata Fabrikası
Çikolata dükkanından hediyelik eşyaların satıldığı bir dükkana geçiyoruz. Burada Putin’in resminin basılı olduğu tuvalet kağıtlarını görünce, kendisini ne kadar sevdiklerini bir kere daha anlıyoruz 🙂
Akşam yemeğimizi Baczewski adlı mekanda mum ışığında yiyoruz. Romantik mobilyalarla döşenmiş, dantelli masaları ve pencereleri ile 1920’lere ait müziklerin çalındığı çok güzel bir mekan burası. Öncelikle kırmızı pancarla yapılan meşhur Borsch çorbasını tadıyoruz. Diğer tattığımız yemeklerde de patatesin yaygın olarak kullanıldığını görüyoruz. Ev yapımı limonatalarını da tattıktan sonra ülkemizle kıyaslandığında oldukça makul sayılabilecek bir fiyat ödeyerek bu hoş mekandan ayrılıyoruz. Lviv’deki günlerimiz boyunca tekrar tekrar bu mekanı tercih ediyoruz.
Baczewski
Ertesi gün şato ve manastır turundayız. Detaylı bilgi almak istediğimizden dolayı rehberimiz İhor’la yola devam ediyoruz.
Rehberimiz Ihor’la
İlk olarak “Zolochiv Kalesi”ne gidiyoruz. Lviv merkeze 60 km mesafede yer alan kale, savunma mimarisinin en güzel örneklerinden biri. 17. yüzyılda inşa edilen kalenin avlusunda “Grand Palace” ve Avrupa’daki 3 Çin sarayından biri olan “Çin Sarayı” olmak üzere 2 saray yer almakta. Bambularla sarılı oriental bir bahçesi de var. Sarayın bir bölümü sonradan hapishane olarak kullanılmış. Kale, ortaçağ mimarisiyle Olesko ve Pidhirtsi ile birlikte “Altın Nal”ın bir ayağını oluşturuyor. Zolochiv Kalesinin ününü sağlayan özelliklerden biri ise zamanının diğer kalelerinden farklı olarak “tuvalet” bulundurması. İçerde savaşları yansıtan resimler ve savaşta kullanılan malzemelerin bulunduğu bir de müze var. Ayrıca, kalenin çıkışında 10 tonluk dev bir taşa rastlıyoruz. Taşın içindeki deliklere parmağınızı sokup döndürerek dilek dileyebiliyorsunuz. Bir delik maddi, diğer delik ise manevi istekler için. Biz her ikisini de deniyoruz tabii ki 🙂
Zolochiv Kalesi girişi
Grand Palace
Sırada 2. kale Pidhirtsi (Podgoretski Şatosu) var. Ihor’un söylediğine göre, kaleye varmadan rastladığımız tarihi yapı, Balzac’ın sevgilisinin de bir dönem kaldığı otelmiş. Kaleye güzel bir bahçeden geçerek varıyoruz. Bahçe Fransız tarzında. Arka tarafta İngiliz, yan tarafta ise İtalyan tarzı bahçeler var. Kale, 1635-1640 yıllarında mimar Andrea del Agua tarafından yapılmış; iyi korunmuş bir Rönesans sarayı. Ukrayna’nın Galiçya kırsalında yer alan bu yapı şatodan çok bir sarayı andırır mimariye sahip. Ayrıca hayalet hikayeleri ile dolu efsanelere de ilham kaynağı olan şatoda Ghost Hunters International’in bölümleri ve ayrıca 3 Silahşörler filminin Sovyet versiyonu (D’Artagnan and The Three Musketeers’ ) çekilmiş. Ayrıca öğreniyoruz ki ünlü Kazanova da burada yaşamış.
Pidhirtsi (Podgoretski Şatosu) girişi
Pidhirtsi (Podgoretski Şatosu)
Sarayın avlusunda yer alan küçük bir odaya giriyoruz. Kalenin orijinal halini gösteren planları ve fotoğrafları görüyoruz. Burada ayrıca dünyanın ünlü yapılarının minyatür maketlerinin sergilendiği bir bölüm de var. Gezi sırasında Ihor kalenin restore edilmemesinden oldukça yakınıyor. Sarayın hemen karşısında yer alan tarihi kiliseyi de gördükten sonra 3. kaleyi görmek için yola koyuluyoruz.
Tarihi kilise, Pidhirtsi (Podgoretski Şatosu)
3. kale olan Olesky, Lviv merkezden 75 km uzaklıkta yer alıyor. Ukrayna’nın en eski kalesi olarak bilinen bu yapı, Olesko kasabasına hakim bir tepede 1327 yılında inşa edilmiş. 1939’dan 1940’ların ortalarına kadar Polonyalı tutuklu kampı olarak kullanılmış. Oval bir mimariye sahip kalede 1975’te Lviv resim galerisi açılmış. İçinde Viyana Savaşı’nı anlatan dev bir tablo yer almakta. Bu tabloda, Genç Jan Sobieski’nin Kara Mustafa Paşa önderliğindeki Osmanlı ordusu ile savaşı resmedilmiş.
Olesky Kalesi
Sayısız Tatar istilalarına uğrayan, ünlü III. Jan Sobieski’nin doğduğu bu kale, 1665’te evlendiği büyük aşkı Fransız Marie-Casimire de la Granged’Arquien (Marysienka) için yapılan düzenlemeleri de yansıtıyor. Bu arada Marie’nin casus olduğu ve Polonyalılar tarafından sevilmediğine dair spekülasyonlar da var. Ancak diplomasi ustası olduğu da rivayet ediliyor. İçeride Sobieski ile karısının tablolarını da görüyoruz.
Sarayın girişinde bir de hapishane var. Ayaklanan köylüler ve kaleye saldıran Tatarların buraya kapatıldığını öğreniyoruz. Ayrıca avluda yer alan “agava” bitkisi de dikkatimizden kaçmıyor. Binanın içinde gezerken kutsal yerlerin haritaya işlendiği ahşap bir masa görüyoruz. Bunun yanı sıra minyatür benzeri eserler, ahşap mobilyalar, Polonyalı soylulara ait tablolar, heykeller ve ikonlar görüyoruz. Sarayda Barok stili de kullanılmış.
4. rotamız Pochayiv Lavra Manastırı. 1240 yılında Kiev’in Tatar-Moğollar tarafından işgal edilmesi üzerine kaçarak bu bölgeye yerleşen keşişler tarafından inşa edilen bu Manastır, dünyanın çeşitli yerlerinden gelen Ortodoks hacılar için en önemli kutsal mekanlardan. Aynı zamanda, Ukrayna’nın en büyük 2. manastırı. Manastırın isminde yer alan “lavra” terimi büyük manastırlar için kullanılıyor. Ortodoks hacılar ve turistler buranın farklı enerjisini, mucizevi ruhsal dünyasını solumak ve etkileyici mimarisini görmek için ziyaret ediyorlar. Buraya özgü efsaneleri duymadan önce diğer ruhani mekanlarda olduğu gibi, 18. yüzyılın sonlarında geç Barok tarzda inşa edilen bu görkemli binada biz de kelimenin tam anlamıyla içsel bir huzur yaşıyoruz.
Pochayiv Lavra Manastırı
Bu Manastırı gezmeden önce başımızı örtüp etek giymemiz gerekiyor.
Pochayiv Lavra Manastırı
Bu yere özgü birçok efsane mevcut. Bunlardan birine göre, soylu bir kadın olan Anna Hoyska’nın gözleri görmeyen bir erkek kardeşi var. Kardeşinin gözlerini Theotokos ikonu mucize sonucu iyileştiriyor ve bu mucize sonucunda Anna bu ikonu ve topraklarını bu Manastıra bağışlıyor.
Ayrışa inanışa göre, Doğu Hıristiyanlığına özgü Ortodoks kiliselerindeki ismi ile “Theotokos” (Mother of God) yani Kutsal Bakire Meryem buradaki keşişlere ateş sütunu şeklinde görünüyor. Bundan dolayı yerel halk artık Theotokos’un ayağının işareti olan bu yer ve taştan gelen suyun hastalıklara iyi geldiğine inanmaya başlıyor.
Kahve molamız esnasında İhor bizimle Avrupa’nın kahveyle tanışmasına dair ilginç bir anekdot paylaşıyor. Buna göre, Avrupalılar, Viyana seferleri sırasında Osmanlı ordusunun yanlarında getirmiş olduğu kahveyi ilk kez görmeleri sebebiyle Papanın onayına sunuyorlar. Kahveyi tadan Papa, acı bulduğu kahveye onay veriyor. Çünkü ona göre zevk vermeyen bir şey günah olamaz. Biz Papanın kahveyi beğendiği şeklinde tarihsel bilgiye sahip olsak da İhor’un anlattığı versiyon akla daha yatkın görünüyor 🙂
Bu dolu dolu gezinin hemen ertesi günü Hürrem’in kasabası olarak da bilinen Rohatyn’e gidiyoruz. Bu arada belirtmek gerekir ki Kiril alfabesinden kaynaklı olarak birbirimizi anlamakta zorlanıyoruz 🙂 Lviv merkeze yaklaşık 60 km uzaklıkta. Kendi halinde, küçük bir kasaba burası. Tam meydanda Hürrem’i temsilen dikilen bir anıt karşılıyor bizi. Meydanın hemen karşısında, Roxelana olarak bilinen Hürrem’in papaz olan babasının kilisesini de görüyoruz. Halkın, Osmanlı tarihinde bir padişaha nikah kıydırmayı başaran ilk cariye olan Hürrem’in güzelliği ve aklıyla gurur duyduğuna da tanık oluyoruz.
Rohatyn Kasabası
Hürrem’in babasının kilisesi
Hürrem (Roxelana) Anıtı
Bir sonraki gün, 4 saatlik bir yolculuk sonrası Polonya, Macaristan, Romanya ve Ukrayna sınırlarında yer alan Karpatlar bölgesine gidiyoruz. Yemyeşil bir yolculukla, şirin mi şirin kasabalardan geçerek kendimizi doğanın kucağında buluyoruz. Yolculuk sonrası, Sinevir Köyünün hemen yakınında Ulusal Tabiat Parkının içerisinde bulunan ve Ukrayna Karpatlarının en büyük gölü olan Sinevir Gölüne ulaşıyoruz. Yemyeşil ağaçların ortasında eşsiz bir göl manzarası karşılıyor bizi. Doğayı adeta içimize çekiyoruz.
Sinevir Gölü
Bu duru Göl, deniz seviyesinden yaklaşık 989 m yükseklikte. En derin yer 24 m. Yaklaşık 4-5 hektarlık bir alanı kapsıyor. Efsaneye göre, yerel bir derebeyi olan Sin, kızını çok sevdiği adama vermeyince, kızının dinmek bilmeyen gözyaşları bu gölü oluşturuyor.
Bir müddet oturup, güneşin vuruşuyla pırlanta gibi ışıldayan gölün eşsiz manzarasını seyre dalıyoruz. Hûşû içerisinde!
Buradan Şipit Şelalesi’ne gidiyoruz. Gürül gürül akan suyun sesiyle huzur buluyoruz…
Şipit Şelalesi
Şipit Şelalesi
Aynı gün akşam, tarihi tren istasyonundan Kiev biletimizi alıyoruz. Kişi başı yaklaşık 300 grivna karşılığında yataklı trenle farklı ve nostaljik bir yolculuk deneyimlemiş oluyoruz. Yaklaşık 7 saatlik bir zaman sonra başkent Kiev’deyiz.
Kiev 3-4 milyonluk bir başkent. Büyük cadde ve meydanları ile Lviv’den oldukça farklı bir şehir. Şehrin dışında modern binalar var ve şehirleşme oldukça fazla. Ayrıca, Ortaçağın da en güçlü şehirlerinden biri olmuş. Ancak biz, daha rahat gezebildiğimiz Lviv’i Kiev’e göre daha sempatik buluyoruz 🙂
Öncelikle Aziz Sofya (Saint Sophia) Katedraline gidiyoruz. Burası UNESCO’nun koruması altında. Adını Aya Sofya’dan alıyor. İçinin mimarisi de aynı. Sonra, Aziz Sofya’nın hemen karşısındaki Saint Mikhail Manastırı’na, oradan da Turuncu Devrim’in gerçekleştiği Özgürlük Meydanı’na gidiyoruz. Meydanlarına “Maidan” diyorlar. Çok hareketli bir meydan burası. Bir tarafta konser verilirken, diğer tarafta canlı heykeller, sokak sanatçıları ve sokak satıcıları ile ayrı bir hareket yaşanıyor.
Aziz Sofya (Saint Sophia) Katedrali
Saint Mikhail Manastırı
Saint Mikhail Manastırı
Hiç vakit kaybetmeden şehri panoramik olarak görebilmek için hemen City Tour Otobüsüne biniyoruz. Merkez, Dinyeper Nehri kenarında kurulmuş. Nehir kenarında Kiev Pechersk Lavra Manastırını görüyoruz. Yol üstünde gördüğümüz Arsenalna’nın 105,5 m ile dünyanın en derin metrosu olduğunu öğreniyoruz. Yazdığı şiirlerle Ukrayna halkında bağımsızlık fikrinin uyanmasını sağlayan Shevchenko’nun kırmızı binasıyla öne çıkan üniversitesini görüyoruz. Hemen karşısında da kendi anıtının yer aldığı bir şehir parkı var.
Otobüs turundan sonra Özgürlük Meydanının hemen yanında yer alan ve gündüz trafiğe kapatılan Krişna Caddesinde turluyoruz. Oldukça hareketli bu cadde, turistlerin akınına uğramış durumda. Burada Türkler de oldukça fazla. Türk turistlerin haricinde buraya yerleşmiş Türk işletmeciler de mevcut.
Özgürlük Meydanı
Krişna Caddesinin hemen yakınında yöresel lezzetleri tadabileceğimiz bir restauranta gidiyoruz. Bizi garsonlar yöresel kıyafetleriyle karşılıyor. Burada Kiev usulü tavuk ve diğer yöresel lezzetlerinden tadıyoruz. Yemek esnasında geleneksel çiçek taçlarından takmayı da ihmal etmiyoruz 🙂
Ukrayna’nın geleneksel çiçek taçları
Krişna Caddesinin ışıl ışıl capcanlı akşamını da gördükten sonra bu ülkeye elveda diyoruz.